Acı Çekmek

Acı Çekmek

Acı çekmek diye bir deyim vardır, bilirsiniz. Sözlük anlamıyla baktığımızda acı çekmek; üzüntü ve keder verici bir durum karşısında o durumun etkisinde kalmak ve uzun süre geçmeyecek biçimde üzülmek mânâsını taşımaktadır. Acı, diğer bir ifadeyle travmatik olaylara maruz kalma veya bir kayıp yaşama, büyük hayal kırıklığı, beklenmedik olumsuz durumlarla karşılaşma gibi durumlardan kaynaklanabilen zihinsel bir süreçtir.

Günlük hayatlarımızda oldukça fazla kullandığımız bu deyimde ilk dikkatimi çeken ise şu olmuştur: Acı sözcüğü herhangi bir iyelik eki almamıştır. Yani acım, acın, acısı, acılar... Öyleyse bu acı kime aittir?

Siz hiç başkasının acısını çektiniz mi? Bir başkasının sıkıntısına kendi derdinizmiş gibi üzüldünüz mü? Her akşam efkârlandınız mı o kişi kadar? Yahut onun acısı sizin yürek sancınız oldu mu? Bir savaş fotoğrafı gördüğünüzde o savaşın içindeymiş gibi oldunuz mu?

Başkasının acısını çekmek bunlarla sınırlı değil elbette... Başkasının acısı aslında size haksız yere sarf edilen kelimelere üzüldüğünüz kadar o sözcüklerin çıktığı ağız için de üzülmektir. Size bir yanlış yapıldıysa, o kişi kimbilir hangi imtihanlarla sınanacak diye endişe etmektir.

“Acı çekebiliyorsan canlısın. Başkasının acısını duyabiliyorsan insansın” demiş Tolstoy..

Şimdi tekrar sormak istiyorum. Siz gerçekten bir başkasının acısını çektiniz mi? Size vuran elin acımasına üzüldünüz mü? Yüzünüze yüzünüze bağıran ses tellerine kıyamadığınız oldu mu? Bir köpek ısırsa, acaba kim karnını aç bıraktı diye öfkelendiniz mi?

Bir hırsız cebinizden para çalsa, o parayı yer de, hasta olur diye düşünüp, onun sağlığı için endişelendiniz mi hiç? Yahut size iftira atan kişi için, onun sözüne bir daha itibar edilmeyeceğini bilerek tasalandığınız oldu mu? Yalancı insanlar için korktunuz mu? Yalan söylemeleri yüzünden dostlarının onları yalnız bırakacaklarını bilerek, yalancılar için de üzüldünüz mü?

Sizin tüm çabanızı, emeğinizi, azminizi görmezden gelen biri için, metrelerce yükseklikteki kulenizi bir hamle ile ile yıktığında, “Onun başına bir tuğla düşmesin” diye dua ettiniz mi?

Ciğeriniz yandı mı, sabahlara kadar sizin başınıza buz gibi sular dökülürken, üzerine su sıçrayan koca yürekli insanlara... Birilerinin nefreti, kini, hırsı yüzünden küçük çocuklar ve masum insanların savaşa teslim olduğuna tanıklık ettiğinizde, kalbinizi ellerinizin arasına alıp kâğıt gibi buruşturmak istediğiniz oldu mu hiç?

Bir insan sizin kalbinizi kırdığında “Yok Allah’ım kırılmadım. Yıkılmasın Kâbeler...” diye sakladınız mı sesinizi?

Kolaydır kendi acısını çekmesi insanın. Bir durum olur, bir şeyle kaşı karşıya kalır kişi, beklenmedik bir hayal kırıklığı veya kayıp yaşar; o an derin bir sessizliğe, haykırmayan çığlığa ve acıya gömülür. Çeker acısını...

Kolaydır kendi acınızı çekmek... Asıl mesele ortadaki acıyı, birçoğumuzun şahit olduğu, gördüğü, yaşadığı acıyı çekebilmektir. Ünlü kimyager Antoine Lavoisier’in hikâyesini bilirsiniz. Dönemin bilim düşmanlarıyla verdiği mücadelede "Bu kelleler hiçbir işe yaramaz!" diye bağırmış ancak hemen sonrasında da yargılanıp idama mahkum edilmiştir. Fakat ölümü esnasında asistanlarından bir tanesine, giyotinle yapılacak idamı sırasında kafası kesildikten sonra gözlerini dikkatle incelemesini söylemiştir. Eğer ki kafası koptuktan sonra iki kez göz kırparsa, kafanın vücuttan ayrıldıktan sonra da beynin bilinçli faaliyetlerini sürdürebildiğini ispatlamış olacaktır. İddiaya göre gerçekten de koparılan kafasındaki gözlerinin iki kez kırpıldığı söylenmektedir. Dolayısıyla konu size ne yapıldığı değil, sizin bu yapılan karşısında nasıl davrandığınız ve ne yaptığınızdır.

Bu yüzden sadece kendi acınızı çekmeniz yetmez. Size zarar verenin, zarar vermeye çalışanın acısını da çekeceksiniz ki, ümmetim diye sabahlara kadar ağlayan Efendimiz’in (SAV) ne demek istediğini anlayacaksınız.

Nereye baksam seni görürüm,

Gördüğüm Sen’i, kendinde görmez ya,

Ölürüm...

Etiketler: Acı Çekmek
Eylül 20, 2022
Listeye dön