Ne zor iştir ait olmak…
Bazen bir şehre, bazen bir eve, en çok da kendi kendine…
Tam ait olduğumuzu hissettiğimiz anda
Şehirden kaçıp kurtulasımız gelir.
Tam alıştık derken, birden pılıyı pırtıyı toplayıp
o evden çıkıp gitmek gelir insanın içinden.
Sanırız ki biz gittiğimizde kurtulacağız her şeyden.
Halbuki insan nereye giderse gitsin kendini de götürür gittiği yere. Kurtulamaz insan kendinden…
Haydi gitti diyelim, peki ya ardında bıraktıkları?
O şehirdeki anıları?
O evdeki hatıraları?
Ne umutlarla kurmuştu halbuki o yuvayı…
Ama nasıl ki güzel bir tatil tanımaya yetmezse bir şehri,
insanı da tanımak kolay değildir bir çırpıda…
Kesilmemiş karpuz.
İstediğin kadar vur, kokla, incele…
Ancak bıçağı vurunca çıkan nasibi ile karşılaşır insan.
Tanıma aşamaları görmezden gelinmiş işaretler ile dolu olsada
Aynı evin içine girince ancak tanıma başlar.
Yavaş yavaş gözden ırak olan, göz önüne çıkar.
İki kişiye ait bir hayat sanılır,
sonra yavaş yavaş açılan tüm kapılar
Bir bakarsın yalnızlığa çıkar.
Yapacak bir şey yok.
Nasıl ki evlilik haksa, boşanmak da haktır.
Aksini iddia edemeyiz.
İnsanlar evlilik müessesesinin hakkını veremediklerini
ve kendi şahsiyetlerine tecavüz ettiklerini düşünüp ayrılabilir
hatta tekrar yeniden yuva kurabilir
veya bunu isteyebilirler.
Fakat ayrılan yolların ardında bazı şeyler mutlaka kalır geriye…
Şairin dediği gibi;
“Her şeyden biraz kalır çünkü,
kavanozda biraz kahve,
kutuda biraz ekmek,
insanda biraz acı…”
Hatıralar kalır mesela geriye,
fotoğraflar kalır,
belki birkaç eşya
ama mutlaka çocuklar kalır geriye…
Evet çocuklar.
İki kişiye ait olan eski günlerden bir hatıra…
Belki acılar, gözyaşları, kavgalar ve öfke nöbetlerinden
geriye kalan hırpalanmış bir ortak payda.
Bir çocuktan, bir insandan bu şekilde bahsetmek ne acı değil mi?
Ama olanlar her zaman olması gereken gibi olmaz.
Bir çocuk vardır anne yanında utanma,
baba yanında kıskançlık duyguları ile karşılanır.
Üçüncü bir kapı;
bazen bir nene evi
bazen bir yenge evinde
tamda hatıraya yakışır şekilde mevzular açılır.
Hatıraya neyin hatırası olduğu hatırlatılır.
Hatıralar önemlidir hele ki kanlı canlı karşındaysa.
Bazen iki tarafın birbirine
“Al biraz sende kalsın, anılarım yokmuş gibi nefes alayım”
ricasıdır kapı değişikliği…
Bir de anne baba yeni anılar biriktiriyorsa eski anıları unutmak adına
hatıralar artık iyice büyük gelmeye başlar bir yerden sonra.
Şimdi burada
“Anneler, babalar şöyle yapın, böyle yapmayın”
diyecek değilim.
Başa gelenle dile gelenin aynı olmadığını elbette bilirim.
Tek diyecek sözüm hatıralara;
hırpalanmış ortak paydalara;
ait olmaya çalışan canlara;
çocuklara…
Varsa bir hatıra buralarda,
dinle bak ne diyeceğim sana…
Sabret, bekle ve çabala.
Senin dersin ait olmak.
Ait olmak zordur ama
illa ait olacaksan,
bir ilme ait ol mesela.
Bir kitaba ait ol.
Bir kuşa…
Sen Yaradana ait ol çocuk.
Ol ki her yara aldığında merhemin olsun mevla.
Ol deyince oldurana aç elini,
O dur dediğinde duracak bu dünyaya ait değilsin ki…
Değil kötü bir hatıra; bir aşk meyvesi olsan ne olurdu ki,
yine de belki yerine yurduna ait hissedemezdin kendini…
Bir gün aileni kurduğun zaman
hala ana baba kucağındaki yerini arama…
Bu tekamülü sana pişme şekli olarak yazan Rabbine şükret.
Sımsıkı sarıl sahip olduğun her şeye.
İnsanların gözünde nasıl göründüğün,
onlara ne hatırlattığın değil
Allah katında kendine ne kattığın,
senden sonrasına neyi miras bırakacağın önemli.
Üvey kulu olmaz ki Allah’ın…