Yıllardır edindiğim tecrübelerde ve verdiğim bireysel danışmanlıklarda insanların olmayan bir şeyden daha çok korktuklarını veya endişe ettiklerini gözlemledim. Neydi bu kaygılar? “Ya parasız kalırsam?” “Ya çocuğum hastalanırsa?” “Anneme bir şey olursa?” “Uçağa yetişemezsem?” “Sınavı veremezsem?” “Burayı iyi bilmiyorum. Ya kaybolursam?” “Ya iflas edersem?” “Ya arabayı bir yere vurursam?” ... Yüzlerce endişe sıralayabilirim. Bu ve benzer kaygılar, korkular, insanların aslında bu olayları yaşamaktan ziyade onların ruhunu, bedenini, psikolojisini etkiliyor.
Örneğin kanser hastalığını ele alalım. Hepimizin tedirgin olacağı, korkabileceği, Allah’a sığınılması gereken önemli bir rahatsızlık. Bazı insanlar aklına bu hastalık geldiğinde ya düşüncelerini dağıtmaya çalışır, ya biraz okuyup bilgi edinip, sağlığına daha çok önem vermeye başlar, yahut aklına bu hastalık gelince ‘İyi düşünelim, iyi olsun’ gibi bir anlayışa girer. Bir şekilde o ruhaniyetten bir süre sonra çıkar. Ancak bazı insanlar vardır ki, düşündüklerinin etkisinden ve endişesinden çıkamaz. Bu kişiler ellerinde çıkan yaradan, kemiklerinin ağrısına; yediklerinden içtiklerine birçok şeyi kansere bağlarlar ve sürekli bu hastalığa odaklanabilirler.
Yaşanılan şeyin korkusu, aslında gerçeğinden çok daha fazla tehlikelidir.
Diğer tarafta hakikaten kanser hastası olan, bunun mücadelesini veren, tedaviye devam eden insanlara baktığımızda onların çok daha dayanıklı, metanetli, güçlü, ümitvar olduklarını görürüz. Ve şunu fark ederiz: İnsan soyut mânâda, ruhani boyutta çok daha fazla etki altındadır. Çünkü bedensel duyulan etki ve acılar daha kısıtlıdır. Örneğin elinize iğne battığında bunun acısı birkaç saniye sürer, beyne sinirsel uyarı gider, sonrasında beyin hızlıca yeni bir duygu durumuna veya hisse odaklanır. Ancak sizin ertesi gün doktora gidip iğne olacağınızın duygusu, zihinsel bir gerçeklik olduğu için, bu durumu defalarca hayal ettiğinizden, bedeninizdeki sinirsel acıyı sürekli hatırlarsınız; bu hâl, bedene daha fazla hasar verir.
Bedeni yöneten zihindir; zihin soyut kavram ve tatlarla bir şeyi algılayabilir. Hipnoz olmuş birine limon yedirip, onun çilek olduğunu söylerseniz, bedende, çileğin verdiği etki görülmeye başlar. Çünkü zihin, bedeni yönetmektedir.
Asansöre binmekten korkan birini de, kapalı bir yerde tek başına kalmak istemeyen kişiyi de travmatize eden durum, olabilecek olan şeyleri hayal etmelerinden kaynaklıdır. Panikatak olarak bildiğimiz bu rahatsızlık, olmamış olayların, gerçekleşmiş gibi hayalini kurarak yüksek düzeyde endişeye kapılmaktır. Beden, bunun hayal olduğunu algılayamadığı için, vücut acı çekmeye, deforme olmaya, sinirsel bozulma yaşamaya başlar. Dolayısıyla soyut kavramlar bedene çok daha aktif bir biçimde iletilmiş olur.
Gözler, kulaklar, dil... Bedene gerçekleri yansıtmaz; zihninizden bilgi alır. Bu yüzden de acı çekmenin korkusu, durumun kendisinden daha çok acı verir.
Bir şey yaşanmadan onun kaygısını duymak veya negatif şeylerin korkusu, bedene daha çok zarar verir. Ama o durumu yaşadığınızda, aslında o kadar da korkulacak bir şey olmadığını görürsünüz. Bu yüzden hayal gücünü zihinsel olarak kuvvetlendirmek yönünde kullanabilirsiniz.
Sadece madde âlemine değil, yaptıklarınıza değil; hissettiklerinize, düşündüklerinize, hayal ettiklerinize de bakın... Bu durum, ‘İyi şeyler düşün ki, iyi şeyler olsun’ deme şeklidir Yaratan’ın...