Nasıl olsa görmüyoruz diye rahat olduğumuz ne kadar mesele var farkında mısınız? Mikropları da göremiyoruz örneğin çıplak gözle. Gözlerimizin mikroskop özelliği yok çünkü. Peki ya olsaydı, çıldırırdık herhalde... Ne yemek yiyebilir, ne su içebilir, ne de aynaya bakabilirdik.
Allahû Teâlâ bizlere bazı müthiş kabiliyetleri vererek, bazılarını da vermeyerek rahmet etmiştir. Mikroskop dışında göremediğimiz mikroplar, bakteriler ve daha birçok organizma... Gözümüzle göremediğimiz halde, onların varlığını kabul ediyoruz; gözümüzle görmeyişimiz, onların var olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Bu örneği genişletebiliriz. Mikrop, maya, bakteri, akar, mantar, virüs... Bunları görmediğimiz halde varlıklarını kabul ederiz, olmadıklarını söylemek mümkün değildir. Çıplak gözle görmediğimiz başka şeyler de vardır. Bunlardan biri, eterik bedendir. Öyle bir beden ki, görmüyoruz, dokunduğumuzda varlığını anlayamıyoruz fakat sürekli bizimle. Her davranışımızdan izler taşıyan, her duyguda şekil değiştiren, her soyut kavramda somut yükler alan bir beden... Bizi çepeçevre saran, kimilerinde güçlü, kimilerinde zayıf olan bir beden... Fizikî bedenimizin üzerine giydirilmiş olan ve fiziksel bedenle aynı şekil ve boyuta sahip olan enerji bedenimiz...
Rasulallah (S.A.V.) “Zekâtını vermeyenler sırtlarında hançerle gezerler” diyor, hatırlayın. Çevrenizde, sokağınızda, bulunduğunuz ortamlarda hiç sırtında hançerle gezen insanlar gördünüz mü? Hangi bedenin sırtında bu hançerler, hiç düşündünüz mü? Hadis-i şerifi dikkatle okuduğumuz zaman, ahiretten de bahsetmediğini görüyoruz. Öyleyse bu dünyadaki hançerlerden bahsediyor.
Ve yine şöyle buyuruyor âlemlerin sultanı; “Gıybet edenler kardeşinin çiğ etini yerler.” Bakın şöyle bir etrafınıza; insanlara, konuştuğunuz kişilere... Kimse kimseyi yiyor mu? Var mı aranızda dedikodu ile karın doyuran? Yoksa bu kadar gıybete et mi yeter? Akıl çok cesurdu hani... Neden perde arkasında dişlerin arasından damlayan kanı göremiyor? Rabbimiz boşuna mı buyuruyor; “Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler.” (Âraf 7/179) diye...
İmam-ı Rabbani hazretleri, bir gün, talebesi Suheyl b. Amr'a harama bakanları eğitim halkasına dahil etmeyeceğini söyler. Suheyl b. Amr, şaşkınlık içinde bunu nereden anladığını sorar. İmam-ı Rabbani hazretleri ise şöyle cevap verir: “Gözlerindeki oklar o kadar arttı ki, sen artık okuyamaz ve hakikati göremezsin” der. İmam-ı Rabbani hazretleri, talebesi Suheyl b. Amr'ın gözlerinde başkalarının göremediği okları görmüştür. Gözler, ruhun âlemi seyrettiği penceredir çünkü. Burada haram olan bakış, kastî ve iradi olan bakıştır. Yani burada İmam-ı Rabbani, talebesinin eterik bedeni üzerinden, onun bizzat bakmayı murad ederek, bakışlarını harama çevirmesini anlamış ve gözlerinde oklar olduğunu görmüştür. Eyvah... Bir süre sonra bu kişi okuyup öğrenememeye, baktığını idrak edememeye başlamıştır.
İbnü’l-Arabî sûfîyi “sahib-i kalp” diye isimlendirmiştir. Âbid ve zâhidi bu kavramın dışında tutar. O, bu durumu tabib-hasta ilişkisine benzetir. Tabibin insanlardaki hastalıkları bilmesi gibi, ârif de onların bilmediği bazı şeyleri bilir. Bu durumda kalp gözü, insanın sonradan kazandığı bir yetenek olmaktadır. Kalp gözü, kalbin bakış ve görüş gücü olan ilâhî bir nurla aydınlanır ve varlığın derin sırları onunla sezilir.
Öyleyse şimdi eğitim seviyemizi, idrak becerimizi, farkındalık düzeyimizi bir düşünelim. Nerede hata yaptık, Allah’ın istemediği hangi yanlışlarda ısrar etmekteyiz? Görmüyoruz Ya Rabbi! Bilmiyoruz. Ve bu yüzden yok sayıyoruz. Ne komik halimiz... Oysa tüm bunların farkında olmak ve görebilmek için ne mikroskoba ne de teleskoba ihtiyacımız var. Temiz bir kalp gözü yeter, zincirlenmiş acı içinde kıvranan bir eterik bedeni görmeye...
Ellerimizi yıkamadan yemek yememeyi öğrendik belki ama kendimize “Tövbe etmeden yaşama” diyemiyoruz... Biz cennetimizi ve cehennemimizi aslında önce sırtımızda, göğsümüzde, gözlerimizde, kulaklarımızda ve dilimizde şekillendiriyoruz.
Zeynep Işık Büyükbay