Her şeyi, bir bir, tek tek geçirelim gözlerimizin önünden... Neler yaptık insanoğlu olarak, kimlere, nelere hangi zararları verdik? Neleri görmezden geldik, nelerin farkına varamadık?
Çocuklar, kadınlar,yaşlılar, yoksullar, muhacirler.... Hayvanlar, ormanlar, denizler, tüm su kaynakları, tohumlar, toprak, hava... Anne karnındaki canlar... Âlimler, fikirler, kitaplar, okullar, camiler... Tarihi miraslar... Ve emekler...
Kaldı mı “insan” adı altında zarar vermediğimiz, kirletmedigimiz bir şey? Şu koskoca âlem hizmetimize sunuldu diye, hor kullanmaktan çekinmediğimiz bir şey kaldı mı geriye?
Allah affeder diye yapmadığımız ve yaptığımız her şey nerede birikiyor sizce?
Bir yetimin gözyaşı, hangi boğulacağımız denizi dolduruyor? Bir mazlumun çığlığı hangi kulakları sağır edercesine bir yerlerde yükseliyor? Yahut yaşlı ve muhtaç bir kadının duası, size doğru yola çıkacakken, nerede bekliyor? İsraf ettiğimiz, su hangi dalımızı kurutuyor?
Görmezlikten, duymazlıktan geldiğimiz çocukların acıları... Eğlence zulmü altında hapsedilen hayvanlar... Bombalanan şehirlerin, harabelerin, sefaletin ortasında kalakalmış çaresiz insanlar...
Şimdi bir daha düşünün. En büyük dert, sizinki mi?
Eskiden dertlenmenin, üzülmenin bile bir kıymeti vardı.
Eğer bizim hak ettiğimize kalsaydı, bize helak yakışırdı. Ya Rabbi! Sana şükürler olsun, senin merhametine kalmış durumdayız ki zaten bu yüzden hâlâ nefes alıyoruz.
Affına sığınmanın bile suyunu çıkardık. Biz, bu geçici dünyanın suyunu çıkardık Ya Rabbi!
Ama şunu da gözden kaçırdık; insan önüne serilen tüm nimetleri ezip geçebiliyormuş, insan kendi nefsinin peşinden sürüklenirken birçok şeyi görmezden gelmekte ısrar edebiliyormuş...
İnsan insana bu kadar merhametsiz olabiliyormuş, dünyanın suyu, bizim kanımızdan çıkıyormuş...