Hepimizin bir kader çizgisi ve kader yolculuğu vardır. Birinci merhaleye ve zihin seviyesine göre bu kaderi Allah-u Teâla yazmıştır -ki bunda şüphe yoktur- ikinci merhaleye ve zihin seviyesine göre yani ilmi derecemiz, bilinç düzeyimiz ve tefekkürümüz arttıkça mutlak kader içerisinde insanın kendi talep, istek ve duaları doğrultusunda kendisinin seçtikleri sebebiyle Allah’ın ona yaşattıkları vardır.
Kader yolculuğumuzda milyonlarca olasılık varsa bunların her biri kadere dahildir. Birçoğumuzun kafasında kaderle ilgili sorulardan biri şudur: “Allah olmuşu, olacağı, her şeyi bilendir. Öyleyse bizim neden tercih hakkımız var? Neyi tercih edeceğimizi Allahû Teâla biliyorsa neden imtihan yaşamaktayız?”
Allah, bizlerin her ihtimali seçmiş olduğumuz hâlimizi de bilir. Burada farkına varmamız gereken nokta, bizlerin yaşanmışlıklar arasında hangisini seçeceğimizin irademize bırakıldığıdır. Allahû Teâla her halükârda ne olacağını bilendir, bizlerin içinde bulunduğumuz anda hangisini seçeceğimizi bize bırakır.
Bizler, on milyon olasılıktan bir olasılık seçtiğimizde, o seçtiğimiz bir olasılığın içinde, tıpkı ağaçların yaprak vermesi gibi yüzlerce, binlerce olasılık daha açılır. Sonra bir bir seçim daha yaparız bunların içinde... Onun içerisinde de binlerce olasılık açılır. Bu yüzden kader çizgisi tek bir çizgi değildir. Kaderi tek bir çizgi gibi değil de yüzlerce yaprağı olan bir ağaç gibi düşünmek aslında daha hayırlıdır.
Günlük hayatımızda henüz yirmili yaşlarda olmasına rağmen ahlâk, erdem, başarı kazanmak gibi konularda birçok fazilete sahip olan, bunları idrak ederek yaşayan gençleri de görürürüz; ellili yaşlarda olduğu halde hâlâ ergenlik dönemi meselelerini halledemeyenlerle de karşılaşırız. Ve aklımıza şöyle bir şey takılır: “Ne oluyor da birisi tekamülünü böyle güzel ilerletirken, diğeri tamamlayamıyor?”
Hepimizin hayatında ‘ağır’ veya ‘önemli’ dediğimiz olaylarımız mutlaka olmuştur. Ya bizzat yaşamışızdır ya ailemizden biri yaşamıştır ya da çevremizdekilerden yaşayan olmuştur. Dolayısıyla en korunaklı büyüyen insan bile muhakkak çevresinden bir olaya şahit olur yahut duyar.
Allah, her insana mutlaka bir şey duyurur, bu insanın düşünebilmesi içindir ve bu da bir rahmettir.
Kişi, anne ve babasının kavgasına şahit olmuş olabilir, en sevdiği akrabasının vefatını yaşamış olabilir, evine hırsız girmiş ve maddi varlığını kaybetmiş olabilir, aldatılmış olabilir... Kişiye göre bu yaşadıklarının basitliği veya ağırlığı değişmekle birlikte her bir olay üzücüdür. Kişi, “Bu olamaz! Bu kadar da olmaz. Bu nasıl olabilir?...” dediği sürece bu dersleri bir daha alacaktır, çünkü tekamülü henüz tamamlanmamıştır.
Ve insan, tekamülünü tamamlamadan ölmez.
Bizlerin kader yolculuğunda doğru tercihleri yapabilmemiz, yaşadığımız olaylardan doğru dersi alabilmemiz için ilk önce hayatımızdan “Bu olamaz, nasıl olabilir, böyle bir şey kabul etmiyorum” gibi cümleleri ve anlayış tarzını çıkarmamız lazımdır. Bu şekilde düşünmek, tekrar istemediğimiz aynı olay ve durumları yaşamamıza neden olur. Dolayısıyla başımıza bir şey geldiğinde, onu idrak etmemiz, o olayın/ durumun “olduğunu” kabul etmemiz gerekir. Kabule geçtikten sonra ikinci aşama niyettir. Kişi, sesli olarak veya içinden “Allah’ım başıma bu olay geldi, ben bunu kabul ettim. Bu durum olduysa bu hayırlıdır. Ya ben hata yaptığım için olmuştur ya da daha iyisine layık olduğum için ben böyle bir şey yaşamışımdır” diyebilir. İnsan yaşadığı olaydan önce, yavaşken, bu olay sayesinde hayat yolculuğunda belki de artık daha hızlı ilerleyecektir...
“Ya Rabbi! Belki bir hatam vardı bunu hak ettim. Belki de bir hayır üzere yol almam gerekiyordu, idrakım yoktu, bunu hak ettim. Bundan sonraki sonsuz olasılıktaki kader çizgisinde, hangi yol benim için hayırlıysa, o yol benim tercihim olsun. Ve ben, o kader yolculuğunda da yeni bir tekamül yaşayacaksam, onun da idrakını bana şimdiden nasip eyle” şeklinde düşünmek evladır.
Gelen durumu reddetmek, sadece tekamülü geciktirir. Eğer bir yanlış söz konusu ise görevimiz, doğruyu bildirmektir.
Bizlerin yaptığı hata, yanlış davranışı (Neden bu başıma geldi, nasıl olabilir... diyerek) ısrarla kendimize yaptırtarak imtihanımızı büyütmek, tekrar kendimizi zorla oyuna sokmak, bunu yaparken de hiçbir şekilde kötü bir niyetimizin olmadığını düşünerek sabrettiğimizi zannetmemizdir.
“Kaza geliyorum demez” diye bir söz vardır. Oysa kaza geliyorum der, bizim yapmamız gereken önlemini almaktır. Doğru tutunursak, yıkılmadan devam edebiliriz. Halbuki biz, kazanın geldiğini görünce ellerimizi uzatıp tutunmayı unutuyoruz. Tutunmadığımız için de fena düşüyoruz.
Allah’ım, sana teslim olmaya geldim...
Ya Rabbi! Muhakkak öyle bir şey gördüm ki, ben “ben”i bu yüzden seçtim...
Zeynep Işık Büyükbay